Birkaç ay sonra Türkiye’de yapılacak olan seçimler dünya siyaseti için de kırılma noktası olacak. Hükümet değişmez istikrar devam ederse, kalkınma daha da hızlanacak. Hükümet değişirse... Vahim olaylar yaşanacak. Buradan anavatana baktığımızda ihanetin de kahramalığın da doruk noktalarını göreceğiz. Hiç şüpheniz olmasın.
Ak Parti hükümetinin 20 yılda Türkiye’ye kazandırdığı sayılamayacak kadar hizmeti var. Bana göre Başkan Erdoğan’ın Türkiye’ye 20 yılda kazandırdığı en büyük hizmet; “ak koyun ile kara koyunun” belli olmasıdır. İlk defa yakalanan bu istikrarlı süreçte halkın gözü açıldı, yalan hemen ayyuka çıkıyor, millet artık “yemiyor”. Çeyrek asıra yakın bir süreçte ne kadar hainin ayyuka çıkarıldığını birlikte gördük, yaşadık.
Avrupa’da yaşayan Türkler’in de bir çok sıkıntısını giderdi Başkan Erdoğan’ın hükümeti.
Türkiye’yi her darlığında gönderdiği nakit ile dar boğazdan kurtaran Avrupalı Türk, konsolosluklarda “itibarlı” karşılanmayı Başkan Erdoğan sayesinde gördü. Türk gençlerinin askerlik meselesi halledildi. “İki arada bir dere” kalan Türkler’e emekli olma imkânı sağlandı. Seçme ve seçilme hakkı verildi. Hizmet misalleri çoğaltılabilir..
Avrupalı Türkler’in bu konudaki tartışmasız ortak kanaati şudur: “Yeni Türkiye’nin konsolosluklarında insan muamelesi görüyoruz”. Lâkin bu durumdan rahatsızlık duyuluyor görüşündeyim. Bazı konsolosluklarda vatandaşın Başkan Erdoğan’a nefret duyması için işlerin kasten aksatıldığı yönünde bilgiler alıyoruz. Birileri konsolosluklarımızın “Eski Türkiye” konsolosluklsrına dönmesini arzuluyor olabilir. Dikkat edilmeli.
“Eski Türkiye” özleminden bahsetmişken, 10 Ocak’ta Berlin Büyükelçiliği’nde kutlanan; dünyada hiç bir ülkenin ciddiye almadığı “Çalışan Gazeteciler Bayramı” vesilesi ile düzenlenen davetten (nedense hep komik adlandırma olan Resepsiyon adı kullanılır) bahsetmeden edemeyeceğim.
Davet edilmeyen, ya da 4 gün önce daveti gönderilip gelmesi engellenen “çalışan” gazetecileri değil, davet edilenleri yazmaya çalışayım:
Berlin Büyükelçiliği’ne davet edilenler arasında; “o kapıdan girmemeleri gereken” çalışmayan kişileri davet edip meşrulaştırmak da ne oluyor? Anlamakta zorlanıyorum.
Kepapçıları ve börekçileri dolaşıp içtiği çorbayı sanal alemde haberleştiren, çalışan gazeteci mi oluyor?
Her fırsatta; kendi densizliğinden Türkiye’de yaşadığı olumsuzlukları bozuk plak gibi yayınlayan sahne meraklıları mı çalışan gazeteci oluyor?
“Türkiye IŞİD’e silah gönderiyor. DİTİB’in cenaze araçları insanları oy için konsolosluklara taşıyor..” diye Türkiye’yi suçlamaya çalışan, gazeteci mi oluyor da davet ediliyor? Aynı suçlamayı yapan Can Dündar da davet edilmeliydi, o aile resmine girmeliydi.
Türkiye ve Almanya’nın bir çok alanda daha iyi çalışmasını engellemeye yönelik “faceboook” yazıları yazan, yazar sayılıp davet mi ediliyor? Yazarlık nasıl ölçülüyor?
Vatandaşın hem kamu alanlarında hem de bürokraside yaşadığı problemleri hiç görmek istemeyip, yazmayan ve “yaralı parmağa merhem olmayan” ne kadar çalışmış da davet ediliyor?
Türkiye’nin her fırsatta tüm imkânlarını kullanıp da Brüksel meydanlarında Türkiye’yi yalan haberlerle suçlayan, kime göre çalışan gazeteci? Kim bunların davet edilmesini önerdi? Türkiye’nin Avrupalı Türkler’e hangi doğru çalışmalarını olumlu yazarak o büyükelçilik kapısından girdiler?
“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı” hiç bir medya kuruluşunun ve patronunun umurunda değil iken, bizim sözde çalışanlarımız bunu neden köpürttü acaba?
Sözde çalışanlar, sakın Türkiye’ye siyasi bir mesaj vemiş olmasınlar?
Sözde çalışanlar; acaba Türkiye’de hükümetin değişeceğini düşünüp, gelecek planı yapmış olabilirler mi?
Berlin Büyükelçiliği’ne bu “sözde çalışan” katılımcıların isimlerini hangi konsolosluklar verdi?
Bendeniz yan gelip yattığım, üretmediğim için davet edilmedim.
Benim davet edilme şartlarım belli. Orası biliyor.
Yorumlar